Bozma Sonrası Vekalet Ücretine İlişkin Usuli Kazanılmış Hakkın Korunacağı Hk.

YARGITAY 4. Hukuk Dairesi
2020/3150 E.
2020/4002 K.

MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalılar … ve Maliye Hazinesi aleyhine 31/05/2012 gününde verilen dilekçe ile haksız el koyma nedeniyle maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davalı … Bakanlığı yönünden davanın kısmen kabulüne, diğer davalı … yönünden karar verilmesine yer olmadığına dair verilen 25/12/2019 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı … Hazinesi vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
1-Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2-Davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesinde; dava, haksız el koyma nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, istemin kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı … Hazinesi vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, toplu kaçakçılık yapıldığı iddiası ile 202 adet küçükbaş hayvanına el konulduğunu, … Ağır Ceza Mahkemesinin 2000/238 esas sayılı dava dosyasında yapılan yargılama sonucunda beraatine ve yediemine teslim edilen dava konusu küçükbaş hayvanların iadesine karar verilmesine rağmen koyunlarının teslim edilmediğini ileri sürerek, bu süreçte mahrum kalınan kazancın davalılardan tazmini isteminde bulunmuştur.

Davalılar, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, bozma ilamına uyulmasına karar verilerek istem kısmen kabul edilmiştir.

Dosya kapsamından; mahkemece bozma öncesi verilen ”…davanın kısmen kabulü ile 23.246,90 TL tazminatın 04/02/2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline,” ilişkin ilk kararın taraflarca temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 25/06/2014 tarih, 2013/15784 esas ve 2014/10579 karar sayılı ilamı ile mahkemece, davalıların zamanaşımı def’i yönünden değerlendirme yapılmak üzere bozulmasına ve bozma nedenine göre tarafların diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına dair karar verildiği, mahkemece bozma ilamına uyularak 08/03/2018 tarihinde verilen ikinci kararda; ”…davanın kısmen kabulü ile, 5.252,00 TL tazminatın 04/07/2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline” ilişkin hüküm tesis edildiği, anılan kararın davalılar … ve Maliye Bakanlığı tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 22/05/2019 tarih, 2018/3612 esas ve 2019/3002 karar sayılı ilamı ile davalı … Hazinesi’nin temyiz itirazlarının reddi ile, davalı … yönünden karar verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmasına karar verildiği, mahkemece ikinci kez verilen bozma ilamına uyularak bu defa ”…Maliye Hazinesine karşı açılan davanın kısmen kabulü ile 23.246,90 TL tazminatın 04/02/2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı … Hazinesi’nden alınıp davacıya verilmesine, …’na karşı açılan dava yönünden karar verilmesine yer olmadığına,…” karar verildiği anlaşılmaktadır.

Şu durumda, mahkemece Dairemizin bozma ilamına uyulmasına karar verilerek yapılan yargılama sonucu verilen ve 5.252,00 TL tazminatın davalılardan tahsiline ilişkin 08.03.2018 tarihli kararın sadece davalılar tarafından temyiz edilmiş olduğu nazara alındığında davalının usuli kazanılmış hakkına aykırı olarak ilk karardaki gibi 23.246,90 TL tazminata hükmedilmesi doğru değildir. Mahkemece açıklanan yön gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, davalının diğer temyiz itirazlarının (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle reddine 18/11/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Kesinleşen Hükümde Ek Kararla Değişiklik Yapılmayacağı Hk.

YARGITAY 1. Ceza Dairesi
2018/501 E.
2020/2161 K.

Nitelikli yağma, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak ve silahla kasten yaralama suçlarından sanık A. K.’nün, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 149/1-a-c-d-f, 220/2-3, 86/1-3-e, 87/3 ve 62. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis, 1 yıl 8 ay hapis ve 1 yıl 15 gün hapis cezaları ile cezalandırılmasına dair İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/09/2011 tarihli ve 2010/267 esas, 2011/221 sayılı kararının kesinleşmesini müteakip, infaz savcılığınca infazda tereddüt oluştuğundan bahisle yağma ve kasten yaralama suçlarından dolayı tekerrür hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı yönünde karar verilmesi talebinde bulunulması üzerine, hükümlünün örgüt mensubu suçlu olması nedeniyle hakkında 5237 sayılı Kanun’un 58/9. maddesinin uygulanması gerektiğinden bahisle infazının 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107/4. maddesine göre yapılmasına ilişkin aynı Mahkemenin 21/11/2016 tarihli ve 2010/267 esas, 2011/221 sayılı ek kararına karşı yapılan itirazın reddine dair İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/12/2016 tarihli ve 2016/986 değişik iş sayılı kararı ile ilgili olarak;

İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/09/2011 tarihli ve 2010/267 esas, 2011/221 sayılı kararının Yargıtay 1. Ceza Dairesince yapılan temyiz incelemesi neticesinde, sanık hakkında nitelikli yağma ve kasten yaralama suçlarından kurulan hükümler yönünden suç örgütü üyesi olan sanığın örgüt kapsamında işlediği işbu suçlar yönünden 5237 sayılı Kanun’un 58/9. maddesinin uygulanması gerektiğinin düşünülmemesinin aleyhe temyiz bulunmadığı cihetle bozma nedeni yapılmayarak hükümlerin anılan Dairenin 02/12/2013 tarihli ve 2012/5822 esas,2013/7155 sayılı kararı ile onandığı, dolayısıyla bu durumun sanık hakkında kazanılmış hak olduğu, her ne kadar 5237 sayılı Kanun’un 58. maddesinin uygulanmasına yönelik hataların infaz aşamasında mahallinde hâlledilebileceğine dair yerleşmiş Yargıtay içtihatları olsa da, mevcut inceleme konusu dosyada yukarıda belirtildiği üzere anılan Kanun’un 58. maddesinin uygulanmamasına yönelik yapılan hata üzerine aleyhe temyiz bulunmadığından söz konusu hükmün Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 02/12/2013 tarihli ve 20122/5822 esas, 2013/7155 karar sayılı ilâmıyla onanması karşısında, Mahkemece hükmün temyiz incelemesi neticesinde kesinleşmesinden sonra ek kararla hükümde değişiklik yapılamayacağı, hükümlü hakkında örgüt faaliyeti çercevesinde işlenen nitelikli yağma ve silahlı kasten yaralama suçlarından dolayı somut olayda ne 5237 sayılı Kanun’un 58. maddesinin ne de 5275 sayılı Kanun’un 107/4. maddesinin uygulanma imkânının kalmadığı gözetilmeden itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 16/01/2018 gün ve 94660652-105-35-12861-2017-Kyb sayılı yazılı istemlerine müsteniden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesi ile Dairemize ihbar ve dava evrakı gönderilmekle, incelenerek gereği düşünüldü;

TÜRK MİLLETİ ADINA

Kanun yararına bozma talebine dayanılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/12/2016 tarihli ve 2016/986 değişik iş sayılı Kararının 5271 sayılı CMK’nin 309. maddesi uyarınca KANUN YARARINA BOZULMASINA, diğer işlemlerin yapılabilmesi için dosyanın Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05/10/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

HAGB İhlalinde Geri Bırakılan Hükmün Aynen Açıklanması Gerektiği, Hükümde Sanık Aleyhine Değişiklik Yapılamayacağı

YARGITAY CEZA GENEL KURULU
15.01.2019 T.
2019/330-8 ESAS KARAR

HAGB İHLALİ
AÇIKLANMASI GERİ BIRAKILAN HÜKMÜN AYNEN AÇIKLANMASI GEREKTİĞİ
SANIK ALEYHİNE HÜKÜMDE DEĞİŞİKLİK YAPILAMAYACAĞI

KARAR ÖZETİ: CMK’nın 231/11. maddesindeki emredici hüküm uyarınca açıklanması geri bırakılan hükmün aynen açıklanması gerekmekte olup, hükümde değişiklik yapılarak sanığın aleyhine olacak şekilde daha ağır bir cezanın belirlenmesi isabetli değildir.

KARAR METNİ:Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; CMK’nın 231. maddesi uyarınca hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanığın, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi hâlinde önceki hükmün aynen açıklanması gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesi, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 23. maddesi ile kabul edilmiş, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesine eklenen 5 ila 14. fıkra ile büyükler için de uygulamaya konulmuş, Aynı Kanun’un 40. maddesi ile 5395 sayılı Kanun’un 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılıklar hariç tutulmak kaydıyla çocuk suçlular ile yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tabi kılınmıştır.

Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden yalnızca şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezaları için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması, 5728 sayılı Kanun’un 562. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasa’nın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılap Kanunları’nda yer alan suçlar istisna olmak üzere, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezalarına ilişkin suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiş, 6008 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle maddenin 6. fıkrasının sonuna “Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez” cümlesi; 6545 sayılı Kanun’un 72. maddesiyle de maddenin 8. fıkrasına “Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez” cümlesi eklenmiştir.

5560, 5728, 6008 ve 6545 sayılı Kanun’larla 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;

1) Suça ilişkin olarak;

a- Yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası olması,

b- Suçun Anayasa’nın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılap Kanunları’nda yer alan suçlardan olmaması,

2) Sanığa ilişkin olarak;

a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm edilmemiş olması,

b- Yargılamaya konu kasıtlı suçun, sanık hakkında daha önce işlediği başka bir suç nedeniyle verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına ilişkin denetim süresi içinde işlenmemiş olması,

c- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

d- Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,

e- Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması, Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.

Tüm bu şartların varlığı hâlinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve on sekiz yaşından büyük olan sanıklar beş yıl, suça sürüklenen çocuklar ise üç yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.

Sanık denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davrandığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşürülmesine karar verilecektir.

Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesi uyarınca düşmesi sonucunu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.

Kanun koyucu, kişi hakkında kurulan hükmün hukuki sonuç doğurmamasını ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile belirli şartların gerçekleşmesi hâlinde kişilerin işledikleri birtakım suçlardan dolayı adli yönden lekelenmemeleri için bir fırsat tanımak istemiştir.

Bu bağlamda Ceza Genel Kurulunun birçok kararında da açıkça belirtildiği gibi, şartlı bir düşme nedeni oluşturan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, objektif şartların (mahkûmiyet, suç niteliği ve ceza miktarı, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmama, zararın giderilmesi) varlığı hâlinde, 6008 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önce resen, bu değişiklikten sonra ise sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması hâlinde mahkemece diğer kişiselleştirme hükümleri olan seçenek yaptırımlara çevirme ve ertelemeden önce değerlendirilmesi gerekmektedir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile ilgili bu genel açıklamalardan sonra açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükmün açıklanması üzerinde durulması gerekmektedir.

5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinin 11. fıkrası; “Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.” hükmünü taşımaktadır.

Görüldüğü üzere açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanabilmesi için iki hâlden birinin gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Buna göre, sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlemesi veya mahkemece kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getirmemesi/getirememesi hâlinde hüküm açıklanacaktır.

Denetim süresi içinde kasıtlı bir suçtan mahkûm olunması durumunda hükmün açıklanabilmesi için bu ikinci suçun denetim süresi içerisinde işlenmesi ve kasıtlı bir suç olması yeterlidir. Deneme süresi içerisinde işlenen ikinci suçun bu süre içerisinde kesinleşmesi gibi bir zorunluluğa madde metninde yer verilmemiştir. Ancak mahkeme sanığın denetim süresi içerisinde işlediği kasıtlı suçtan verilen mahkûmiyet kararının kesinleşmesinden sonra hükmü açıklayabilecektir. İkinci suçun doğrudan ya da olası kastla işlenmesinin bir önemi yoktur. İkinci suçun şikâyete bağlı veya resen soruşturulan bir suç olması da sonuca etkili değildir. Yine ikinci suçtan mahkûmiyetin adli para cezası ya da hapis cezası olması yanında TCK’nın 50. maddesindeki seçenek yaptırımlara çevrilmiş olmasının da önemi olmadığı gibi kesin nitelikte olmasının da bir önemi yoktur. Kanun koyucu ikinci suçun kasıtlı bir suç olmasını yeterli görmüş, ikinci suçtan verilecek mahkûmiyet hükmünün niteliği konusunda bir sınırlama getirmemiştir. İkinci suçun taksirle işlenmesi durumunda ise, bilinçli taksir de olsa hüküm açıklanamayacaktır.

Öte yandan, 5271 sayılı CMK’nın 230 ve 232. maddeleri uyarınca, sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlemesi veya mahkemece kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getirmemesi/ getirememesi hâlinde mahkemece açıklanacak hükümde, “223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, tayin olunan ceza miktarının ve kanun yollarına başvurmanın mümkün olup olmadığının” hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmeli, öncelikle denetime imkân verecek şekilde, diğer taraftan kesinleştiğinde başka bir kararın varlığını gerektirmeden infaza esas alınabilecek nitelikte bir hüküm kurmalı, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükme atıf yapmakla yetinilmemelidir.

5271 sayılı CMK’nın 231/11. madde ve fıkrasında, açıklanması geri bırakılan hükmün ne şekilde açıklanacağı ve hükümde değişiklik yapılıp yapılamayacağı hususuna gelince;

Denetim süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlenmesi nedeniyle, açıklanması geri bırakılan hükmün aynen açıklanıp açıklanmayacağı hususunda öğretide;

“Burada yanıtlanması gereken sorun, sonradan koşullarının gerçekleşmiş olması nedeniyle mahkemenin hükmü açıklaması gereken durumlarda, önceki hükümde bir değişiklik yapıp yapamayacağı ve bu çerçevede hapis cezasının ertelenmesine ya da seçenek yaptırıma karar verip veremeyeceğidir. Biz, mahkemenin önceki kararında bir değişiklik yapamayacağı ve bu nedenle de bu aşamada erteleme ya da başka bir yaptırıma karar veremeyeceği düşüncesindeyiz.” (Bahri Öztürk-Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Özge Sırma-Yasemin Saygılar Kırıt-Özdem Özaydın-Esra Alan Akcan-Efser Erden, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 10. Baskı, 2016, s.636-637.); “Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması hâlinde, mahkeme hükmü açıklar. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar veren hâkim ile hükmü açıklayan hâkimin farklı olması hâlinde, hükmü açıklayan hâkim açıklanmayan hükümde veya hüküm fıkrasında hukuka aykırılık tespit etse dahi hükmü değiştiremez; sadece açıklar. Bu hata ancak kanun yolunda giderilebilir.” (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta, 14. Baskı, 2017, s. 807.) şeklinde görüşler bulunmaktadır.

CMK’nın 231/11. maddesine göre; mahkemenin, sanığın denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere bilerek aykırı davranması hâlinde hükmü aynen açıklamakla yükümlü olduğu, kendisine yüklenen yükümlülükleri elinde olmayan sebeplerle yerine getiremeyen sanığın ise durumunu değerlendirerek, cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşulların varlığı hâlinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar verebileceği anlaşılmaktadır.

Öte yandan, ilk hükümde uygulama şartlarının oluşmasına rağmen fark edilmeyen veya uygulanması unutulan nitelikli bir hâlin, hükmün açıklandığı sırada uygulanarak sanık hakkında daha ağır bir cezaya hükmolunabileceğinin kabul edilmesi mümkün değildir. Kişilerin işledikleri birtakım suçlardan dolayı adli yönden lekelenmemeleri için bir fırsat ve bu anlamda sanık ile Devlet arasında imzalanmış bir sözleşme anlamına gelen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulandığı hâllerde, sanık denetim süresi içerisinde bir daha kasıtlı bir suç işlememeyi taahhüt ederken, Devlet ise sanığa lekelenmeme hakkı tanımakta ve belirli bir süre içerisinde kasıtlı başka bir suç işlememesi hâlinde cezanın düşürüleceğini taahhüt etmektedir. Sanığın Devlete verdiği sözü tutmayıp denetim süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlemesi durumunda ise, kanun koyucu açıklanması geri bırakılan cezanın aynen açıklanması yaptırımını öngörmüştür. Dolayısıyla açıklanması geri bırakılan hükümde değişiklik yapılmak suretiyle sanığın daha fazla cezalandırılmasına karar verilmesi, bir nevi sözleşmeye aykırılık anlamına geleceği gibi kişilerin Devlete ve adalete olan güvenlerinin de sarsılmasına neden olacağı ortadadır. Diğer yandan, ilk hükümdeki hukuka aykırılıkların ileride aleyhe değiştirmeme yasağının konusu olma ihtimali de göz önüne alındığında, mahkeme tarafından uygulanması unutulan veya fark edilmeyen herhangi bir hususun ancak aleyhe başvuru olması hâlinde temyiz veya istinaf yoluyla giderilebileceği, özellikle sanık aleyhine olacak şekilde hükmün düzeltilemeyeceği veya değiştirilemeyeceği kabul edilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Yaşamsal tehlikeye yol açacak şekilde kasten yaralama suçundan sanık Y.K. hakkında, Yerel Mahkemece TCK’nın 86/1, 87/1-d, 29/1, 62/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca verilen 1 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin mahkûmiyet hükmünün CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca açıklanmasının geri bırakıldığı, sanığın denetim süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlemesi nedeniyle açıklanması geri bırakılan hüküm CMK’nın 231/11. maddesi uyarınca açıklanırken sanığın bu kez silahla yaşamsal tehlikeye neden olacak şekilde kasten yaralama suçundan TCK’nın 86/1, 86/3-e, 87/d-son, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verildiği olayda; CMK’nın 231/11. maddesindeki emredici hüküm uyarınca açıklanması geri bırakılan hükmün aynen açıklanması gerektiğinden, açıklanması geri bırakılan hükümde değişiklik yapılarak sanığın aleyhine olacak şekilde daha ağır bir cezanın belirlenmesine ilişkin Yerel Mahkeme hükmünde isabet bulunmamaktadır.

Öte yandan sanık hakkında haksız tahrik hükmü uygulanırken uygulama maddesinin; takdiri indirim hükmü uygulanırken indirim oranının gösterilmemesi de usul ve kanuna aykırıdır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne, Özel Dairenin düzeltilerek onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkemenin sanık Y.K. hakkında mağdur H.Y.’ye yönelik kasten yaralama suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün, CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca açıklanması geri bırakılan hükmün CMK’nın 231/11. maddesi uyarınca aynen açıklanması gerektiğinin gözetilmemesi ve haksız tahrik hükmüne ilişkin uygulama maddesi ile takdiri indirim hükmüne ilişkin indirim oranının belirtilmemesi isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.

Tapu İptal ve Tescil, Muris Muvazaası

YARGITAY
1.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2013/17158
KARAR NO: 2014/4081
KARAR TARİHİ: 24.02.2014

Murisin Sağlığında Yapmış Olduğu Paylaştırmaların Muvazaa Nedenli Tapu İptali ve Tescil Davalarına Etkisi

DAVA: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Sevil Kartal’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

KARAR: Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı, pay oranında tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, temlikin mirastan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak yapıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden; tarafların ortak miras bırakanı Ü. İ.’ın 20.01.2012 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak çocukları olan davanın tarafları ile dava dışı eşi A. ve çocukları D. ile Ş.’u bıraktığı, murisin maliki olduğu 20 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan 2 nolu bağımsız bölümü 12.10.2000 tarihinde kızı olan davalıya satış yolu ile temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf – vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve l.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de 4721 s. Türk Medeni Kanunun 706, 6098 s. Türk Borçlar Kanunun 237. (818 s. Borçlar Kanununun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Öte yandan, miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırma kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve haklar araştırılmalı, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgeler mercilerinden getirtilmeli, her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınmalı ve böylece yukarıda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.

Somut olaya gelince; davanın kabul edilmesi halinde mirasçı sıfatları nedeniyle çekişmeli taşınmazda hak sahibi olacak dava dışı kardeşler D. ile Ş.;… anne ve babanın sağlığında dört kardeş olarak mal varlıklarından yararlandıklarını, Ş.’a köydeki ev yerinin verildiğini, eskiden Ş.’un baba ile köyde minibüsçülük yaptıklarını, davacı A.’ye sanayide bir dükkan alındığını, D.’ye ev alındığını, anne F.’ya da bir ev verildiğini, davacıya alınan evin dışarıdan alındığını bildirmişler, bu beyanlar üçüncü kişi tanık Pakize tarafından da doğrulanmıştır.

Yukarıda belirlenen ilkeler ve somut gerçekler birlikte değerlendirildiğinde, murisin amacının mal kaçırma olmadığı, sağlığında tüm mirasçıları arasında denkleştirme amacıyla hareket ettiği anlaşılmaktadır.

Bu halde, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde kabul edilmesi doğru değildir.

SONUÇ: Davalının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi gereğince bozulmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.02.2014 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Taahhüdü İhlal Eş Rızası Olmadan Alınan Kefaletin Geçersizliği

YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2019/8745
KARAR NO:2019/11943
KARAR TARİHİ:03/07/2019

Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça,ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir

Borçlunun ödeme şartını ihlâl suçundan sanıklar … ve…’in, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi cezası ile cezalandırılmalarına dair … İcra Ceza Mahkemesinin 27/12/2018 tarihli ve 2018/134 esas, 2018/148 sayılı kararına yönelik itirazın reddine dair … Asliye Ceza Mahkemesinin
15/03/2019 tarihli ve 2019/20 değişik iş sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığının 23/05/2019 gün ve 94660652-105-45-6820-2019-Kyb sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 29/05/2019 gün ve KYB.2019-58272 sayılı ihbarnamesi ile Dairemize gönderilmekle
okundu.

Anılan ihbarnamede;

1- Benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 09/06/2016 tarihli ve 2016/3298 esas, 2016/19382 karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 583/1. maddesinde yer alan “Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır.” şeklindeki hüküm dikkate alındığında, sanıkların … İcra Müdürlüğü’nün 2018/296 takip sayılı dosyasındaki borcun tamamını üstlendiklerine dair 27/09/2017 tarihli dilekçelerin icra kefalet tutanağı olduğu değerlendirilerek yapılan incelemede, sanıkların imzaları haricinde borcu üstlendiklerine ilişkin kefalet tutanağında kendi el yazıları ile yazılmış herhangi bir ibarenin bulunmadığı,

2- Yine benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 01/06/2017 tarihli ve 2017/3271 esas, 2017/5188 karar sayılı ilâmında yer alan, “… İcra kefili olan sanık tarafından … tarihinde ödeme taahhüdünde bulunulduğu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 584/1. maddesinde yer alan “Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı
rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır.” şeklindeki düzenlemeye nazaran, dosya içerisinde mevcut nüfus kaydına göre taahhüt tarihinde evli olan sanığın eşinin kefalet işlemi öncesinde veya icra kefilliği sırasında rızasının alınıp alınmadığının belirtilmemesi nedeniyle geçerli bir kefalet işlemi dolayısıyla hukuken geçerli bir ödeme taahhüdü bulunmadığından, taahhüdün geçerli olmadığı anlaşılmakla, sanığın üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle itirazın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği” şeklindeki açıklamalara nazaran, dosya içerisinde mevcut nüfus kaydına göre taahhüt tarihinde evli olan sanık…’in eşinin kefalet işlemi öncesinde veya icra kefilliği sırasında rızasının alınıp alınmadığının belirtilmemesi karşısında, sanığın icra kefilliğinin ve icra kefalet sözleşmesine dayanılarak verilen
taahhüdün geçersiz olduğu, Gözetilmeden, sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerektiği cihetle, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde, isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309.maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü;

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, … Asliye Ceza Mahkemesinin 15/03/2019 tarihli ve 2019/20 değişik iş sayılı kararının CMK’nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA, sanık hakkında ödeme şartını ihlal eyleminden dolayı hükmolunan tazyik hapsinin kaldırılmasına; 03/07/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.