Sebepsiz Zenginleşme Hükümleri Uyarınca Aval Verenler Hakkında Zaman Aşımına Uğramış Bono Nedeniyle Alacak İsteminde Bulunulamaz. Yine Aval Verenlere Karşı Temel İlişkiye Dayanılarak Baş Vurulması Mümkün Değildir

T.C YARGITAY
19.HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2018/ 2973
KARAR: 2018 / 6785
KARAR TARİHİ: 20.12.2018

ÖZET: Dava zamanaşımına uğramış bonodan kaynaklanan alacağın tahsiline yönelik icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir. Davaya konu bononun incelenmesinde keşidecinin dava dışı …. Ltd. Şti. lehtarın davacı, davalılar … ve …’in ise aval veren oldukları anlaşılmıştır. Davacı ile dava dışı keşideci arasında temel ilişki olup sebepsiz zenginleşme hükümlerinin somut olayda uygulama yeri yoktur. Sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca aval verenler hakkında zamanaşımına uğramış bono nedeniyle alacak isteminde bulunulamaz. Yine aval verenlere karşı temel ilişkiye dayanılarak başvurulması mümkün değildir. Mahkemece bu gerekçe ile davanın reddi gerekirken yanılgılı gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

(2004 S. K. m. 67)

Dava: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı vekili, davalıların davacıdan aldıkları borç para karşılığında davacıya 45.000.- TL tutarında senet verdiklerini, borcun ödenmemesi üzerine … İcra Müdürlüğü’nün 2015/54 E. sayılı dosyası ile başlatılan takibe davalıların itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili, davalıların davacıya herhangi bir borcu bulunmadığını, davaya konu senedin düzenleme tarihinin 05/11/2008, ödeme tarihinin ise 20/04/2009 olduğunu, bononun zamanaşımına uğrayıp kambiyo vasfını yitirdiğini belirterek, davanın reddi ile davacı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesini istemiştir.

Mahkemece, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre, davalının zamanaşımı definde bulunduğu, davaya dayanak yapılan senedin vade tarihinden itibaren 3 yıl geçtiğinden zamanaşımına uğradığı, hamilin sebepsiz zenginleşme hükümleri kapsamında 1 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde düzenleyenden talepte bulunabileceği, talep tarihi itibari ile sebepsiz zenginleşmeye ilişkin 1 yıllık zamanaşımı süresi de dolduğundan davanın zamanaşımı nedeni ile reddine, davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine, davalının kötüniyet tazminatı talebinin dava zamanaşımı nedeni ile reddedildiğinden, şartlar oluşmadığından reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava zamanaşımına uğramış bonodan kaynaklanan alacağın tahsiline yönelik icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir. Davaya konu bononun incelenmesinde keşidecinin dava dışı …. Ltd. Şti. lehtarın davacı, davalılar … ve …’in ise aval veren oldukları anlaşılmıştır. Davacı ile dava dışı keşideci arasında temel ilişki olup sebepsiz zenginleşme hükümlerinin somut olayda uygulama yeri yoktur. Sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca aval verenler hakkında zamanaşımına uğramış bono nedeniyle alacak isteminde bulunulamaz. Yine aval verenlere karşı temel ilişkiye dayanılarak başvurulması mümkün değildir. Mahkemece bu gerekçe ile davanın reddi gerekirken yanılgılı gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 20.12.2018 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

Ticari Vekile, Çek/ Bono Düzenlemesi İçin Özel Yetki Verilmemişse Düzenlediği Çek/ Bono’dan Şahsen Sorumlu Olduğu.

T.C
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2016/ 23266
KARAR: 2017 / 14357
KARAR TARİHİ: 20.11.2017

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

1- İşin niteliği bakımından temyiz tetkikatının murafaalı olarak yapılmasına HUMK’nun 438. ve İİK’nun 366. maddeleri hükümleri müsait bulunmadığından bu yoldaki isteğin reddi oybirliğiyle kararlaştırıldıktan sonra işin esası incelendi;

2- Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Alacaklı tarafından borçlu hakkında çeke dayalı olarak genel haciz yolu ile ilamsız icra takibine başlandığı, örnek 7 numaralı ödeme emrinin tebliği üzerine borçlunun icra dairesine yaptığı başvuruda, takibe konu çeki … İnşaat Turizm … Ltd. Şti. adına vekaleten imzaladığını dolayısıyla çekten kaynaklı borcunun olmadığını bildirmiştir.

Alacaklının, borçlunun itirazı ile duran takibin devamını sağlamak amacıyla borca yapılan itirazın kaldırılması talebiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece, ihtilafın çözümünün genel mahkemede yargılamayı gerektirdiği belirtilerek istemin reddine karar verildiği görülmüştür.

Takibe konu çekin, 6102 sayılı TTK. döneminde düzenlendiği hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Dolayısıyla, borçlunun, çeki … İnşaat Turizm … Ltd. Şti. adına vekaleten imzalaması ancak 6102 sayılı TTK. çerçevesinde adı geçen limited şirket için usulünce ticari mümessil ya da ticari vekil olarak atandığını ispatlaması halinde mümkündür.

6102 sayılı TTK.’nun 631. maddesinde, ticari mümessiller ile ticari vekillerin, şirket sözleşmesinde aksine düzenleme olmadıkça, şirketi oluşturan ortaklar kurulu kararı ile tayin olabilecekleri düzenlenmiştir.

… 5. Noterliği’nin 17.06.2011 tarih 04465 yevmiye numaralı vekaletnamesinde, … İnşaat Turizm … Ltd. Şti. adına şirket müdürü … tarafından, …’ın şirketle ilgili bir takım işlerde vekil tayin edildiği görülmüştür. Dolayısıyla, çeki imzalayan …’ın şirket ortaklar kurulu kararı ile ticari mümessil ya da ticari vekil olarak atanmadığı anlaşıldığından şirketi borçlandırma yetkisi yoktur. Bu durumda, 6102 sayılı TTK.nun 818. maddesi delaletiyle 6102 sayılı TTK. 678. maddesi gereğince, adı geçen tarafından imzalanan çek nedeniyle … İnşaat Turizm … Ltd. Şti. sorumlu tutulamaz.

Diğer taraftan, TBK’nun 504/3. maddesinde; “Vekil, özel olarak yetkili kılınmadıkça dava açamaz, sulh olamaz, hakeme başvuramaz, iflas, iflasın ertelenmesi ve konkordato talep edemez, kambiyo taahhüdünde bulunamaz, bağışlama yapamaz, kefil olamaz, taşınmazı

devredemez ve bir hak ile sınırlandıramaz” hükmüne yer verilmiştir. Ticari vekilin kambiyo taahhüdü altına girmesi de aynı Kanun’un 551. maddesinde özel yetkinin bulunması koşuluna bağlanmıştır. Buna göre vekilin vekaletnamesinde kambiyo taahhüdünde bulunma yetkisi varsa asil adına çek düzenleyebilir. Çekin “vekaleten” imzalandığı yazılmasa dahi, yukarıda açıklanan kurallara göre vekalet veren, vekil tarafından imzalanan çekten dolayı sorumludur.

Borçlu …’ın, … İnşaat Turizm … Ltd. Şti.nin ticari vekili olduğu kabul edilse dahi, yukarıda bahsi geçen vekaletnamenin “Banka Kredi Yetkisi” başlığında; “… bu kredilerle ilgili olarak …. kambiyo senetleri düzenlemeye” şeklindeki ifade yer aldığı, bu durumda …’ın sadece banka kredi sözleşmeleri ile ilgili çek düzenleme yetkisi olduğunun kabulünün gerekeceği ancak somut olayda, çekin, banka kredisi ile ilgili olmak üzere düzenlendiği iddia ve ispat olunamadığına göre yine çek nedeniyle … İnşaat Turizm … Ltd. Şti.’nin sorumlu tutulması mümkün değildir.

O halde, mahkemece, yukarıda belirtilen gerekçeler doğrultusunda, takibe konu çekten …’ın şahsen sorumlu olması nedeniyle alacaklının isteminin kabulü ile itirazın kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda (2) nolu bentte yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20/11/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Emekli Olan Davacının Gözaltında Ve Tutuklu Kaldığı Sürelere İlişkin Olarak Maddi Zararının Net Asgari Ücret Üzerinden Hesaplanması Gerektiği

T.C YARGITAY
12.CEZA DAİRESİ
ESAS: 2019/ 297
KARAR: 2019 / 4669
KARAR TARİHİ: 08.04.2019

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi

DAVA : Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat

HÜKÜM : Maddi tazminat talebinin reddine, 250.000 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine

Davacının tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Davanın niteliğine göre, davacı vekilinin duruşmalı inceleme isteminin, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 318. maddesi gereğince reddine karar verilerek yapılan incelemede;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre davalı vekili ve davacı vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- Kararın verildiği duruşmaya Cumhuriyet savcısının iştiraki sağlanmadan yazılı mütalaası ile yetinilerek hüküm kurulması suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 188/1. maddesine muhalefet edilmesi,

2- Gözaltına alındığı ve tutuklandığı tarihlerde emekli olan davacının gözaltında ve tutuklu kaldığı sürelere ilişkin olarak net asgari ücret miktarları üzerinden hesaplanacak kazanç kaybı tutarının maddi tazminat kapsamında davacıya ödenmesine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı olup, davalı vekili ve davacı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 08/04/2019 tarihinde (1) nolu bozma nedeni yönünden oybirliğiyle, (2) nolu bozma nedeni yönünden oyçokluğuyla karar verildi.

Trafik Kazasından Kaynaklanan Destekten Yoksun Kalma Tazminat İstemi, Gerçek Zarar Miktarı

T.C
YARGITAY
17.HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2020/ 2598
KARAR: 2021 / 34
KARAR TARİHİ: 14.01.2021

ÖZET: Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Desteğin veya hak sahiplerinin bakiye ömürleri daha önceki yıllarda Fransa’dan alınan 1931 tarihli “PMF” cetvelleri ile saptanmakta ise de; Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nin çalışmalarıyla “TRH 2010” adı veriler. “Ulusal Mortalite Tablosu” hazırlanmış olup, Sosyal Kurumu’nca da ilk peşin sermaye değerlerinin hesabında anılan tabloların uygulanmasına geçilmiştir. Gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu durumda diğer kurumlar ile Yargıtay Daireleri arasında tazminat hesabında birliğin sağlanması açısından ve yine bu tablonun ülkemize özgü ve güncel verileri içermesi de göz önüne alındığında Dairemizce de 2020 yılı Aralık ayı itibari ile tazminat hesaplarında bakiye ömrün belirlenmesinde TRH 2010 tablosunun esas alınmasının güncellenen ülke gerçeklerine daha uygun olacağına karar verilmiştir. Buna göre temyiz edenin sıfatına göre, davacı tarafından kararın temyiz edilmediği de dikkate alınarak, kazanılmış haklar gözetilerek (tazminata esas alınan gelir, esas alınan asgari ücret yılı, işlemiş/işleyecek dönem tarihleri gibi) davacının ve desteğin muhtemel bakiye yaşam süresinin TRH 2010 Yaşam Tablosu’na göre belirlenmesi suretiyle tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişiden ek rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

(5684 S. K. m. 30) (YİBK 19.06.2020 T. 2019/4 E. 2019/1 K.)

Dava: Taraflar arasındaki sigorta tahkim davasının yapılan yargılaması sonunda; Sigorta Tahkim komisyonu İtiraz Hakem heyetince verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

Karar: Davacı vekili, davalıya trafik sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin desteğinin öldüğünü açıklayıp fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile 5.500,00 TL’nin tahsilini talep etmiş, ıslah dilekçesi ile talebini 196.408,00 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı vekili, talebin reddini savunmuştur.

Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakemince, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; taleple bağlı kalınarak 5.500.0 0TL’nin tahsiline karar verilmiş, anılan karara karşı itiraz edilmesi üzerine İtiraz Hakem Heyetince başvuru sahibi vekilinin itirazının kabulü ile Hakem Heyetince verilen kararın kaldırılmasına, başvurunun kısmen kabulü ile 147.666.00 TL.nin tahsiline karar verilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.2020 tarih, 2019/4-2019/1 sayılı kararı ile 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 30. maddesi ile kurulan Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetinin Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra itiraz üzerine verilen kararlarının temyiz kanun yoluna tabi olduğu kararlaştırıldığından, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40.Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının kaldırılarak davalı vekilinin Sigorta Tahkim Komisyonu itiraz Hakem Heyeti kararına yönelik temyiz isteminin incelenmesi gerekmiştir.

2-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine, karar vermek gerekmiştir.

3-Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin desteğinin meydana gelen kazada öldüğünü açıklayıp destekten yoksun kalma tazminatı talebinde bulunmuş, tazminatın belirlenmesi amacı ile bilirkişiden rapor alınmış, alınan raporda davacının ve desteğin kaza tarihinden sonraki muhtemel yaşam süresi belirlenmesinde 1931 tarihli PMF yaşam tablosu dikkate alınarak hesaplama yapılmış, hakem heyetince bu rapor hükme esas alınmıştır.

Gerçek zarar miktarı; hak sahiplerinin ve desteğin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır.

Desteğin veya hak sahiplerinin bakiye ömürleri daha önceki yıllarda Fransa’dan alınan 1931 tarihli “PMF” cetvelleri ile saptanmakta ise de; Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nin çalışmalarıyla “TRH 2010” adı veriler. “Ulusal Mortalite Tablosu” hazırlanmış olup, Sosyal Kurumu’nca da ilk peşin sermaye değerlerinin hesabında anılan tabloların uygulanmasına geçilmiştir. Gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu durumda diğer kurumlar ile Yargıtay Daireleri arasında tazminat hesabında birliğin sağlanması açısından ve yine bu tablonun ülkemize özgü ve güncel verileri içermesi de göz önüne alındığında Dairemizce de 2020 yılı Aralık ayı itibari ile tazminat hesaplarında bakiye ömrün belirlenmesinde TRH 2010 tablosunun esas alınmasının güncellenen ülke gerçeklerine daha uygun olacağına karar verilmiştir.

Buna göre temyiz edenin sıfatına göre, davacı tarafından kararın temyiz edilmediği de dikkate alınarak, kazanılmış haklar gözetilerek (tazminata esas alınan gelir, esas alınan asgari ücret yılı, işlemiş/işleyecek dönem tarihleri gibi) davacının ve desteğin muhtemel bakiye yaşam süresinin TRH 2010 Yaşam Tablosu’na göre belirlenmesi suretiyle tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişiden ek rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının KALDIRILMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile İtiraz Hakem Heyeti kararının BOZULMASINA, dosyanın saklama kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 14.01.2021 gününde oybirliği ile karar verildi.

Trafik Kazası Aracın Hava Yastıklarının Açılmaması, Ayıplı Üretim, Tazminat

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO:2018/395
KARAR NO:2018/1184
KARAR TARİHİ:13.06.2018

Taraflar arasında birleştirilerek görülen “maddi ve manevi tazminat” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesince asıl ve birleşen davanın ayrı ayrı reddine dair verilen 26.10.2011 gün ve 2009/1132 E., 2011/536 K. sayılı kararın davacılar vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 26.06.2013 gün ve 2012/20773 E., 2013/17618 K. sayılı kararı ile:

“…Davacılar, 23.04.2009 tarihinde Şölen … şirketine ait Mercedes marka aracın, araç sürücüsü Şefik Öztürk’ ün kullanımında iken Kayseri Pınarbaşı – Malatya yolu 55. km’ de meydana gelen tek taraflı ölümlü, yaralamalı, maddi hasarlı kaza sonucunda Asef Çoban, Levent Gökpınar ve Şefik Öztürk’ ün vefat ettiğini, …’ ün yaralandığını, kazada tahminen aracın 9 takla atmasına, hurdaya dönecek kadar aracın ağır darbe ve hasar almasına rağmen çok güvenlikli olduğu söylenen araçta çok sayıda bulunan hava yastıklarının hiçbirisinin açılmadığını, araçta bu yönde üretim hatası olduğunu ileri sürerek, asıl davada; herbir davacı yönünden şimdilik 1.000.00.’ er TL. Olmak üzere toplam 16.000.00.TL maddi tazminatın, birleşen davada; toplam 295.000.00.TL maddi ve 725.000.00.TL manevi tazminat ile 3.000.00.TL maddi tazminatın tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Asıl davada davalı, birleşen davada davalılar, davanın reddine karar verilmesini dilemişlerdir.

Mahkemece, asıl ve birleşen davanın ayrı ayrı reddine karar verilmiş; hüküm asıl ve birleşen dava davacıları tarafından temyiz edilmiştir.

1-Davacılardan Şölen … şirketine ait Mercedes marka S 320 CDI tipi 2007 model aracın, 23.04.2009 tarihinde araç sürücüsü Şefik Öztürk’ ün kullanımında iken Kayseri Pınarbaşı – Malatya yolu 55. km’ de meydana gelen tek taraflı ölümlü, yaralamalı, maddi hasarlı kaza sonucunda Asef Çoban, Levent Gökpınar ve Şefik Öztürk’ ün vefat ettiği, …’ ün yaralandığı dosya kapsamı ile sabittir. Davacılar, aracın kaza yapmasına rağmen araçta bulunan hava yastıklarının hiçbirisinin açılmadığını, araçta bu yönde üretim hatası olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır. Davalılar, kazanın oluş şekline göre, hava yastıklarının açılmamasının normal olduğunu, araçta bu yönde herhangi bir üretim hatasının bulunmadığını savunmuşlardır. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi heyeti tarafından, hava yastıklarının aktive olmasında rol oynayan en önemli parametrenin kaza esnasında oluşan negativ ivme olduğu, hava yastıklarının açılıp açılmamasının, çarpışmanın esnek olup olmadığı ile doğrudan ilgili olduğu, hasar fotoğrafları ve araç üzerindeki gözlem sonucunda, aracın kesinlikle önden + 30 derece açılı bir koni içinde kalacak doğrultuda çarpışma türü bir darbe almadığı için ön hava yastıklarını tetikleyici şartların oluşmadığı böylece araçta üretimden kaynaklı ayıp bulunmadığı yönünde rapor tanzim edilmiştir. Dosyadaki kaza raporu, kaza sonrası çekilen resimler de dikkate alınarak araç üzerinde inceleme yapılmak suretiyle, araçta ön hava yastıkları haricinde çok sayıda yan, tavan ve perde hava yastıklarının da bulunduğu gözetilerek kaza sırasında araçta bulunan tüm hava yastıklarının açılmamasının üretim hatasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususunda davacıların itirazlarını da karşılayacak şekilde üniversiteden bu alanda uzman akademisyenlerden seçilerek oluşturulacak bilirkişi heyetinden, taraf ve yargı denetimine elverişli rapor aldırılarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre, asıl ve birleşen dava davacılarının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve HUMK. nın 2494 sayılı Kanun ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacı vekillerinin duruşma isteğinin reddine karar verilip, dosyadaki bilgi ve belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Asıl ve birleşen davadaki istekler maddi ve manevi tazminata ilişkindir.

Davacılar vekili; davalı şirketin imal ederek sattığı, davacı … Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye ait Mercedes marka aracın sürücü Şefik Öztürk kullanımında iken Kayseri Pınarbaşı-Malatya karayolunda meydana gelen tek taraflı kaza sonucunda Asef Çoban, Levent Gökpınar ve Şefik Öztürk’ ün vefat ettiğini, …’ün ise yaralandığını, aracın kaza sırasında tahminen dokuz takla atıp tamamen hurdaya dönecek kadar hasar görmesine karşın, Mercedes marka araçlar içerisinde en üstün özelliklere sahip ve güvenlik açısından da “…güvenliğiniz önceliğiniz…” sloganı ile satılan araçtaki sekiz adet hava yastığından hiçbirinin açılmadığını, araçta bu yönde bir üretim hatası ve imalatçının sorumluluğunun bulunduğunu, maddi ve manevi olarak tüm müvekkillerinin büyük bir zarar gördüğünü ileri sürerek, asıl davada; her bir davacı yönünden şimdilik 1.000,00 ‘er TL olmak üzere toplam 16.000,00 TL maddi tazminatın, birleşen davada da aynı iddialar ile toplam 295.000,00 TL maddi, 725.000,00 TL manevi tazminatın davalı Daimler AG’den (izafeten Mercedes Benz Türk A.Ş.’den), 3.000,00 TL maddi tazminatın da davalı …Ş.’den tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı …Ş. vekili, asıl davada; müvekkilinin aracın üreticisi ya da satıcısı olmadığını, sadece ithalatçısı olduğunu, aracı ithal edip Koluman Motorlu Araçlar A.Ş.’ye sattığını, onunda davacı … Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye sattığını, bu nedenle üretim hatası bulunduğundan bahisle müvekkili şirkete husumet yöneltilemeyeceğini, uyuşmazlığın gizli ayıp iddiasından kaynaklandığını, süresinde yapılmış bir ayıp ihbarının bulunmadığını, zamanaşımı süresinin dolduğunu, ayrıca hava yastığı sisteminin emniyet kemerine ilave olarak düşünülmüş bir güvenlik önlemi olduğunu, kaza anında hava yastıklarının açılmasını sağlayan şeyin aracın hızı ya da araçtaki hasar olmayıp, araç gövdesi üzerinde oluşan negatif ivme olduğunu, bunun da tamamen kaza koşullarına bağlı olduğunu ve araçta bir üretim hatası bulunmadığını belirterek, davanın öncelikle husumet ve zamanaşımı nedeniyle, olmadığı takdirde ise esastan reddine karar verilmesini istemiştir.

Birleşen dava bakımından da, müvekkili şirket ile Daimler AG’nin birbirinden tamamen farklı tüzel kişiliklere sahip olduğunu, Mercedes Benz Türk A.Ş.’nin aracın üreticisi ve satıcısı olan Daimler AG’nin genel müdürlüğü, ticari mümessili, acentesi ya da tek yetkili temsilcisi olmadığını, sadece Mercedes Benz marka binek ve hafif ticari araçların Türkiye’de münhasır olmayan distribütörü olduğunu, bu nedenle Daimler AG’ye izafeten müvekkili şirkete dava açılamayacağını, davacı … Sanayi ve Ticaret A.Ş. ile de aralarında bir sözleşme ilişkisi bulunmadığını belirterek, birleşen davanın da öncelikle husumet ve zamanaşımı nedeniyle olmadığı takdirde ise esastan reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel Mahkemece, davanın ayıplı mal satışından kaynaklanan tazminat istemine ilişkin olduğu, ancak uzman bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen ve mahkemece de hüküm kurmaya elverişli kabul edilen 24.05.2011 tarihli rapor uyarınca kaza esnasında ön hava yastıklarının tetiklenmesini gerektiren teknik şartların oluşmadığı, dolayısıyla hava yastığının açılmamasının ayıp olarak sayılmayacağı, kazanın meydana gelmesinde müteveffa sürücü Şefik Öztürk’ün tam kusurlu olduğu, hava yastıklarının açılmaması ile yaralanma ve ölümler arasında illiyet bağının da bulunmadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın ayrı ayrı reddine karar verilmiştir.
Karar, asıl ve birleşen dosya bakımından davacılar vekilince temyiz edilmiş, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece, ilk hükmün gerekçesinde açıklanan nedenlerden dolayı bozma kararında belirtilen hususların benimsenmediği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davacılar vekilleri tarafından temyize getirilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davaya konu kazada, araç içerisinde bulunan hava yastıklarının açılmamasının üretim hatasından kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenmesi açısından yerel mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı, 24.05.2011 tarihli bilirkişi raporunun yeterli ve hüküm kurmaya elverişli olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre alanında uzman akademisyenlerden seçilerek oluşturulacak bilirkişi heyetinden yeniden rapor alınmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, davacılardan … ile …’ın yargılama sırasında ergin (reşit) olmaları nedeniyle daha önce velileri tarafından küçükler adına velâyeten verilen vekâletnamenin sona erip ermeyeceği; bu bağlamda velileri tarafından atanan vekilin küçüklerin reşit olmalarından sonra onlar adına yaptığı temyiz isteminin geçerli sayılıp sayılamayacağı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.

Bilindiği üzere davaya vekâlet, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 71 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, bu hükümlerde açıklık olmayan hallerde Borçlar Kanununun temsile ilişkin hükümleri uygulanır.

Hukuk sistemimizde bir davanın vekil (avukat) vasıtasıyla takibi zorunluluğu bulunmamaktadır. Dava ehliyeti bulunan herkes, davasını kendisi veya tayin ettiği vekil aracılığı ile takip edebilir (HMK. m.71).

Davaya vekâlet, kanunda özel yetki verilmesini gerektiren hususlar saklı kalmak üzere, hüküm kesinleşinceye kadar, vekilin davanın takibi için gereken bütün işlemleri yapmasına, hükmün yerine getirilmesine, yargılama giderlerinin tahsili ile buna ilişkin makbuz vermesine ve bu işlemlerin tamamının kendisine karşı da yapılabilmesine ilişkin yetkiyi kapsar (HMK. 73/1).
Diğer taraftan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 335. maddesine göre ergin olmayan çocuk ana ve babasının velayeti altındadır. TMK’nın “çocuğun temsil edilmesi” başlıklı 342. maddesi uyarınca da ana ve baba, velâyetleri çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocuklarının yasal temsilcisidirler. Ancak çocuğun ergin (reşit) olması ile velayet ve buna bağlı olarak da velinin temsil görevi sona erer. Bu nedenle bir dava sırasında çocuğun ergin (reşit) olması durumunda da yasal temsilcinin (velinin) temsil görevi sona erer ve davaya (ergin olan) çocuk tarafından devam edilir. Rüştün gerçekleşmesinden sonra yasal temsilcinin yaptığı işlemler ise çocuk onay (icazet) vermezse geçersizdir. Eğer yasal temsilci, çocuk ergin olmadan önce davayı takip için vekil tayin etmişse, rüşt ile birlikte vekilin görevi sona ermez. Zira kanuni mümessilin atadığı vekil, zaten çocuk adına (çocuğu temsilen) seçilmiştir (Yılmaz E.: Çocuk Hakları Açısından Çocuğun Davada Temsilinin ve İradesinin Önemi, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 11, Özel Sayı, s. 829; Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. II, İstanbul 2001, s. 1336, 1337).
Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 04.04.2012 gün ve 2012/21-73 E., 2012/285 K.; 20.03.2013 gün ve 2012/21-1121 E., 2013/386 K; ve 12.02.2014 gün ve 2013/21-586 E., 2014/95 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Vekâlet ilişkisinin sona erme sebeplerinin düzenlendiği (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 396 ve 397) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 512 ve 513. maddelerinde de çocuğun ergin olması hâli, vekaletten azil, istifa durumları, ölüm, iflas veya ehliyetin kaybı gibi vekâleti sona erdiren hâller arasında sayılmamıştır.

Şu hâle göre, ergin olmayan çocuğu temsilen düzenlenen vekâletname ile verilen vekâlet görevi çocuğun ergin olmasıyla sona ermeyeceği gibi, çocuğun ergin olmasından sonra yapılan işlemler de ancak onun icazeti olmadığı durumda geçersiz hale gelecektir.
Somut olayda da küçüklerin ergin olmalarından sonra kendileri adına vekil tarafından, direnme kararının temyizine ilişkin olarak yapılan işleme icazet vermedikleri yönünde bir irade bildirimleri bulunmadığından Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca, yukarıda isimleri geçen davacılar bakımından geçerli bir temyiz isteminin bulunduğu kabul edilmiştir.

Yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda vekâlet ilişkisini sona erdiren ve Türk Borçlar Kanunu’nda sayılan hâller bulunmasa da vekâlet ilişkisini sona erdiren özel durumların da bulunduğu, çocuğun yargılama sırasında ergin olmasının da bu durumlardan biri olduğu, çocuğun ergin hâle gelmesiyle yasal temsilcinin temsil görevi ve buna bağlı olarak küçük adına velisi tarafından verilen vekâletin sona erdiği, somut olayda da ergin olan … ile …’ın Hukuk Genel Kurulunun geri çevirme kararına rağmen kendi adlarına temyiz isteminde bulunan vekile vekâletname vermedikleri, bu durumda onlar adına temyiz isteminde bulunan vekilin yetkisiz olduğu ve onun tarafından yapılan istemin geçerli kabul edilemeyeceği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacılar … ile … adına direnme kararının temyizine ilişkin istemin geçerli olduğuna oy çokluğu ile karar verilerek ön sorun bu şekilde aşılmış ve işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine geçilmiştir.
İşin esasına gelince;

Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunun yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, 6100 sayılı HMK’nın 266. (mülga1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 275.) maddesine göre; mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir.

Bilirkişi, görüşüne başvurulan husus hakkında özel ve teknik bilgisine dayanarak inceleme yapar ve vardığı sonuçları (görüşünü) mahkemeye yazılı ya da sözlü olarak bildirir.

Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir (HMK.m. 282). Bu düzenleme, bilirkişinin belirteceği oy ve görüşün bir takdiri delil niteliği taşıdığına işaret etmekte olup, hâkim bilirkişi raporunu yeter derecede kanaat verici bulmaz ise rapordaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulması için bilirkişiden ek rapor isteyebileceği (HMK.m.281/2) gibi gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla tekrar inceleme de yaptırabilir (HMK. m. 281/2).

Eldeki davada, bilirkişiler tarafından dosya incelenmek ve araç üzerinde gözlem yapmak suretiyle düzenlenen raporda, hava yastıklarının aktive olmasında rol oynayan en önemli parametrenin aracın kaza anındaki hızı değil, kaza esnasında oluşan negatif ivme olduğu, hava yastıklarının açılıp açılmamasının çarpışmanın esnek olup olmadığı ile doğrudan ilgili olduğu, aracın kesinlikle önden + 30 derece açılı bir koni içinde kalacak doğrultuda çarpışma türü bir darbe almadığından ön hava yastıklarını tetikleyici şartların oluşmadığı, böyle olunca araçta üretimden kaynaklı bir ayıbın bulunmadığı belirtilmiştir.

Mahkemece, bilirkişilerin bu görüşü esas alınarak hüküm kurulmuş ise de, kaza yapan araçta ön hava yastıkları haricinde çok sayıda yan, tavan ve perde hava yastıklarının da bulunduğu anlaşılmaktadır. Olay günü Pınarbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen kaza raporunda araç içindeki hava yastıklarının hiç birinin açılmadığı belirtildiği gibi bu durum kaza sonrası çekilen resimlerde de gözükmektedir. Bilirkişi raporunda ise sadece ön hava yastıklarının açılmama nedeni tartışılmış, kaza sırasında aracın çok sayıda takla atmasına ve çok ağır bir şekilde hasar görmesine karşın araçtaki tüm bu hava yastıklarının hiç birinin açılmamış olmasının üretim hatasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususu üzerinde durulmamış, bu konuda bir inceleme ve araştırma yapılmamıştır.

Bu durumda, bilirkişi raporunun yeterli ve hüküm kurmaya elverişli olduğunu söyleyebilme imkânı bulunmamaktadır.
Ayrıca, bilirkişi raporunda kaza tutanaklarındaki basit krokiden anlaşıldığı kadarıyla takla atan araçtan fırlayarak uzak mesafelere savrulma sonucu meydana gelen yaralanma ve ölümlerin emniyet kemerinin takılı olmamasından kaynaklandığı, dolayısıyla hava yastıklarının açılmaması ile yaralanma ve ölümler arasında nedensellik bağının bulunmadığı kanaatine varıldığı bildirilmiş, yerel mahkemece de anılan rapor uyarınca nedensellik bağının bulunmadığı kabul edilerek karar verilmiş ise de bu konudaki incelemenin de yeterli olduğu söylenemez. Çünkü, kaza raporuna göre ………………… kaza sonrasında emniyet kemeri takılmış vaziyette araç içerisinde ölü olarak bulunmuş ve emniyet kemeri çıkartılarak araçtan indirilmiştir. Böyle olunca bütün ölümlerin emniyet kemerinin takılı olmamasından kaynaklandığı söylenemeyeceği gibi hava yastıklarının açılması hâlinde araçtan fırlamaların önlenip önlenemeyeceği hususu da tartışılmamıştır. Dolayısıyla hükme esas alınan bilirkişi raporu hava yastıklarının açılmaması ile yaşanan ölümler ve yaralanma arasında nedensellik bağının bulunup bulunmadığı noktasında da yeterli değildir.

O hâlde, yerel mahkemece Özel Dairenin bozmada gösterdiği gerekçe yanında yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ile bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.06.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy birliği ile karar verildi.

Bozma Sonrası Vekalet Ücretine İlişkin Usuli Kazanılmış Hakkın Korunacağı Hk.

YARGITAY 4. Hukuk Dairesi
2020/3150 E.
2020/4002 K.

MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalılar … ve Maliye Hazinesi aleyhine 31/05/2012 gününde verilen dilekçe ile haksız el koyma nedeniyle maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davalı … Bakanlığı yönünden davanın kısmen kabulüne, diğer davalı … yönünden karar verilmesine yer olmadığına dair verilen 25/12/2019 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı … Hazinesi vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
1-Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2-Davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesinde; dava, haksız el koyma nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, istemin kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı … Hazinesi vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, toplu kaçakçılık yapıldığı iddiası ile 202 adet küçükbaş hayvanına el konulduğunu, … Ağır Ceza Mahkemesinin 2000/238 esas sayılı dava dosyasında yapılan yargılama sonucunda beraatine ve yediemine teslim edilen dava konusu küçükbaş hayvanların iadesine karar verilmesine rağmen koyunlarının teslim edilmediğini ileri sürerek, bu süreçte mahrum kalınan kazancın davalılardan tazmini isteminde bulunmuştur.

Davalılar, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, bozma ilamına uyulmasına karar verilerek istem kısmen kabul edilmiştir.

Dosya kapsamından; mahkemece bozma öncesi verilen ”…davanın kısmen kabulü ile 23.246,90 TL tazminatın 04/02/2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline,” ilişkin ilk kararın taraflarca temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 25/06/2014 tarih, 2013/15784 esas ve 2014/10579 karar sayılı ilamı ile mahkemece, davalıların zamanaşımı def’i yönünden değerlendirme yapılmak üzere bozulmasına ve bozma nedenine göre tarafların diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına dair karar verildiği, mahkemece bozma ilamına uyularak 08/03/2018 tarihinde verilen ikinci kararda; ”…davanın kısmen kabulü ile, 5.252,00 TL tazminatın 04/07/2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline” ilişkin hüküm tesis edildiği, anılan kararın davalılar … ve Maliye Bakanlığı tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 22/05/2019 tarih, 2018/3612 esas ve 2019/3002 karar sayılı ilamı ile davalı … Hazinesi’nin temyiz itirazlarının reddi ile, davalı … yönünden karar verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmasına karar verildiği, mahkemece ikinci kez verilen bozma ilamına uyularak bu defa ”…Maliye Hazinesine karşı açılan davanın kısmen kabulü ile 23.246,90 TL tazminatın 04/02/2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı … Hazinesi’nden alınıp davacıya verilmesine, …’na karşı açılan dava yönünden karar verilmesine yer olmadığına,…” karar verildiği anlaşılmaktadır.

Şu durumda, mahkemece Dairemizin bozma ilamına uyulmasına karar verilerek yapılan yargılama sonucu verilen ve 5.252,00 TL tazminatın davalılardan tahsiline ilişkin 08.03.2018 tarihli kararın sadece davalılar tarafından temyiz edilmiş olduğu nazara alındığında davalının usuli kazanılmış hakkına aykırı olarak ilk karardaki gibi 23.246,90 TL tazminata hükmedilmesi doğru değildir. Mahkemece açıklanan yön gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, davalının diğer temyiz itirazlarının (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle reddine 18/11/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Kesinleşen Hükümde Ek Kararla Değişiklik Yapılmayacağı Hk.

YARGITAY 1. Ceza Dairesi
2018/501 E.
2020/2161 K.

Nitelikli yağma, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak ve silahla kasten yaralama suçlarından sanık A. K.’nün, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 149/1-a-c-d-f, 220/2-3, 86/1-3-e, 87/3 ve 62. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis, 1 yıl 8 ay hapis ve 1 yıl 15 gün hapis cezaları ile cezalandırılmasına dair İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/09/2011 tarihli ve 2010/267 esas, 2011/221 sayılı kararının kesinleşmesini müteakip, infaz savcılığınca infazda tereddüt oluştuğundan bahisle yağma ve kasten yaralama suçlarından dolayı tekerrür hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı yönünde karar verilmesi talebinde bulunulması üzerine, hükümlünün örgüt mensubu suçlu olması nedeniyle hakkında 5237 sayılı Kanun’un 58/9. maddesinin uygulanması gerektiğinden bahisle infazının 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107/4. maddesine göre yapılmasına ilişkin aynı Mahkemenin 21/11/2016 tarihli ve 2010/267 esas, 2011/221 sayılı ek kararına karşı yapılan itirazın reddine dair İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/12/2016 tarihli ve 2016/986 değişik iş sayılı kararı ile ilgili olarak;

İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/09/2011 tarihli ve 2010/267 esas, 2011/221 sayılı kararının Yargıtay 1. Ceza Dairesince yapılan temyiz incelemesi neticesinde, sanık hakkında nitelikli yağma ve kasten yaralama suçlarından kurulan hükümler yönünden suç örgütü üyesi olan sanığın örgüt kapsamında işlediği işbu suçlar yönünden 5237 sayılı Kanun’un 58/9. maddesinin uygulanması gerektiğinin düşünülmemesinin aleyhe temyiz bulunmadığı cihetle bozma nedeni yapılmayarak hükümlerin anılan Dairenin 02/12/2013 tarihli ve 2012/5822 esas,2013/7155 sayılı kararı ile onandığı, dolayısıyla bu durumun sanık hakkında kazanılmış hak olduğu, her ne kadar 5237 sayılı Kanun’un 58. maddesinin uygulanmasına yönelik hataların infaz aşamasında mahallinde hâlledilebileceğine dair yerleşmiş Yargıtay içtihatları olsa da, mevcut inceleme konusu dosyada yukarıda belirtildiği üzere anılan Kanun’un 58. maddesinin uygulanmamasına yönelik yapılan hata üzerine aleyhe temyiz bulunmadığından söz konusu hükmün Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 02/12/2013 tarihli ve 20122/5822 esas, 2013/7155 karar sayılı ilâmıyla onanması karşısında, Mahkemece hükmün temyiz incelemesi neticesinde kesinleşmesinden sonra ek kararla hükümde değişiklik yapılamayacağı, hükümlü hakkında örgüt faaliyeti çercevesinde işlenen nitelikli yağma ve silahlı kasten yaralama suçlarından dolayı somut olayda ne 5237 sayılı Kanun’un 58. maddesinin ne de 5275 sayılı Kanun’un 107/4. maddesinin uygulanma imkânının kalmadığı gözetilmeden itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 16/01/2018 gün ve 94660652-105-35-12861-2017-Kyb sayılı yazılı istemlerine müsteniden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesi ile Dairemize ihbar ve dava evrakı gönderilmekle, incelenerek gereği düşünüldü;

TÜRK MİLLETİ ADINA

Kanun yararına bozma talebine dayanılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/12/2016 tarihli ve 2016/986 değişik iş sayılı Kararının 5271 sayılı CMK’nin 309. maddesi uyarınca KANUN YARARINA BOZULMASINA, diğer işlemlerin yapılabilmesi için dosyanın Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05/10/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

HAGB İhlalinde Geri Bırakılan Hükmün Aynen Açıklanması Gerektiği, Hükümde Sanık Aleyhine Değişiklik Yapılamayacağı

YARGITAY CEZA GENEL KURULU
15.01.2019 T.
2019/330-8 ESAS KARAR

HAGB İHLALİ
AÇIKLANMASI GERİ BIRAKILAN HÜKMÜN AYNEN AÇIKLANMASI GEREKTİĞİ
SANIK ALEYHİNE HÜKÜMDE DEĞİŞİKLİK YAPILAMAYACAĞI

KARAR ÖZETİ: CMK’nın 231/11. maddesindeki emredici hüküm uyarınca açıklanması geri bırakılan hükmün aynen açıklanması gerekmekte olup, hükümde değişiklik yapılarak sanığın aleyhine olacak şekilde daha ağır bir cezanın belirlenmesi isabetli değildir.

KARAR METNİ:Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; CMK’nın 231. maddesi uyarınca hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanığın, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi hâlinde önceki hükmün aynen açıklanması gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesi, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 23. maddesi ile kabul edilmiş, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesine eklenen 5 ila 14. fıkra ile büyükler için de uygulamaya konulmuş, Aynı Kanun’un 40. maddesi ile 5395 sayılı Kanun’un 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılıklar hariç tutulmak kaydıyla çocuk suçlular ile yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tabi kılınmıştır.

Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden yalnızca şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezaları için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması, 5728 sayılı Kanun’un 562. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasa’nın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılap Kanunları’nda yer alan suçlar istisna olmak üzere, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezalarına ilişkin suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiş, 6008 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle maddenin 6. fıkrasının sonuna “Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez” cümlesi; 6545 sayılı Kanun’un 72. maddesiyle de maddenin 8. fıkrasına “Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez” cümlesi eklenmiştir.

5560, 5728, 6008 ve 6545 sayılı Kanun’larla 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;

1) Suça ilişkin olarak;

a- Yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası olması,

b- Suçun Anayasa’nın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılap Kanunları’nda yer alan suçlardan olmaması,

2) Sanığa ilişkin olarak;

a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm edilmemiş olması,

b- Yargılamaya konu kasıtlı suçun, sanık hakkında daha önce işlediği başka bir suç nedeniyle verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına ilişkin denetim süresi içinde işlenmemiş olması,

c- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

d- Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,

e- Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması, Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.

Tüm bu şartların varlığı hâlinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve on sekiz yaşından büyük olan sanıklar beş yıl, suça sürüklenen çocuklar ise üç yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.

Sanık denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davrandığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşürülmesine karar verilecektir.

Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesi uyarınca düşmesi sonucunu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.

Kanun koyucu, kişi hakkında kurulan hükmün hukuki sonuç doğurmamasını ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile belirli şartların gerçekleşmesi hâlinde kişilerin işledikleri birtakım suçlardan dolayı adli yönden lekelenmemeleri için bir fırsat tanımak istemiştir.

Bu bağlamda Ceza Genel Kurulunun birçok kararında da açıkça belirtildiği gibi, şartlı bir düşme nedeni oluşturan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, objektif şartların (mahkûmiyet, suç niteliği ve ceza miktarı, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmama, zararın giderilmesi) varlığı hâlinde, 6008 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önce resen, bu değişiklikten sonra ise sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması hâlinde mahkemece diğer kişiselleştirme hükümleri olan seçenek yaptırımlara çevirme ve ertelemeden önce değerlendirilmesi gerekmektedir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile ilgili bu genel açıklamalardan sonra açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükmün açıklanması üzerinde durulması gerekmektedir.

5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinin 11. fıkrası; “Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.” hükmünü taşımaktadır.

Görüldüğü üzere açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanabilmesi için iki hâlden birinin gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Buna göre, sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlemesi veya mahkemece kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getirmemesi/getirememesi hâlinde hüküm açıklanacaktır.

Denetim süresi içinde kasıtlı bir suçtan mahkûm olunması durumunda hükmün açıklanabilmesi için bu ikinci suçun denetim süresi içerisinde işlenmesi ve kasıtlı bir suç olması yeterlidir. Deneme süresi içerisinde işlenen ikinci suçun bu süre içerisinde kesinleşmesi gibi bir zorunluluğa madde metninde yer verilmemiştir. Ancak mahkeme sanığın denetim süresi içerisinde işlediği kasıtlı suçtan verilen mahkûmiyet kararının kesinleşmesinden sonra hükmü açıklayabilecektir. İkinci suçun doğrudan ya da olası kastla işlenmesinin bir önemi yoktur. İkinci suçun şikâyete bağlı veya resen soruşturulan bir suç olması da sonuca etkili değildir. Yine ikinci suçtan mahkûmiyetin adli para cezası ya da hapis cezası olması yanında TCK’nın 50. maddesindeki seçenek yaptırımlara çevrilmiş olmasının da önemi olmadığı gibi kesin nitelikte olmasının da bir önemi yoktur. Kanun koyucu ikinci suçun kasıtlı bir suç olmasını yeterli görmüş, ikinci suçtan verilecek mahkûmiyet hükmünün niteliği konusunda bir sınırlama getirmemiştir. İkinci suçun taksirle işlenmesi durumunda ise, bilinçli taksir de olsa hüküm açıklanamayacaktır.

Öte yandan, 5271 sayılı CMK’nın 230 ve 232. maddeleri uyarınca, sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlemesi veya mahkemece kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getirmemesi/ getirememesi hâlinde mahkemece açıklanacak hükümde, “223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, tayin olunan ceza miktarının ve kanun yollarına başvurmanın mümkün olup olmadığının” hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmeli, öncelikle denetime imkân verecek şekilde, diğer taraftan kesinleştiğinde başka bir kararın varlığını gerektirmeden infaza esas alınabilecek nitelikte bir hüküm kurmalı, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükme atıf yapmakla yetinilmemelidir.

5271 sayılı CMK’nın 231/11. madde ve fıkrasında, açıklanması geri bırakılan hükmün ne şekilde açıklanacağı ve hükümde değişiklik yapılıp yapılamayacağı hususuna gelince;

Denetim süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlenmesi nedeniyle, açıklanması geri bırakılan hükmün aynen açıklanıp açıklanmayacağı hususunda öğretide;

“Burada yanıtlanması gereken sorun, sonradan koşullarının gerçekleşmiş olması nedeniyle mahkemenin hükmü açıklaması gereken durumlarda, önceki hükümde bir değişiklik yapıp yapamayacağı ve bu çerçevede hapis cezasının ertelenmesine ya da seçenek yaptırıma karar verip veremeyeceğidir. Biz, mahkemenin önceki kararında bir değişiklik yapamayacağı ve bu nedenle de bu aşamada erteleme ya da başka bir yaptırıma karar veremeyeceği düşüncesindeyiz.” (Bahri Öztürk-Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Özge Sırma-Yasemin Saygılar Kırıt-Özdem Özaydın-Esra Alan Akcan-Efser Erden, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 10. Baskı, 2016, s.636-637.); “Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması hâlinde, mahkeme hükmü açıklar. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar veren hâkim ile hükmü açıklayan hâkimin farklı olması hâlinde, hükmü açıklayan hâkim açıklanmayan hükümde veya hüküm fıkrasında hukuka aykırılık tespit etse dahi hükmü değiştiremez; sadece açıklar. Bu hata ancak kanun yolunda giderilebilir.” (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta, 14. Baskı, 2017, s. 807.) şeklinde görüşler bulunmaktadır.

CMK’nın 231/11. maddesine göre; mahkemenin, sanığın denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere bilerek aykırı davranması hâlinde hükmü aynen açıklamakla yükümlü olduğu, kendisine yüklenen yükümlülükleri elinde olmayan sebeplerle yerine getiremeyen sanığın ise durumunu değerlendirerek, cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşulların varlığı hâlinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar verebileceği anlaşılmaktadır.

Öte yandan, ilk hükümde uygulama şartlarının oluşmasına rağmen fark edilmeyen veya uygulanması unutulan nitelikli bir hâlin, hükmün açıklandığı sırada uygulanarak sanık hakkında daha ağır bir cezaya hükmolunabileceğinin kabul edilmesi mümkün değildir. Kişilerin işledikleri birtakım suçlardan dolayı adli yönden lekelenmemeleri için bir fırsat ve bu anlamda sanık ile Devlet arasında imzalanmış bir sözleşme anlamına gelen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulandığı hâllerde, sanık denetim süresi içerisinde bir daha kasıtlı bir suç işlememeyi taahhüt ederken, Devlet ise sanığa lekelenmeme hakkı tanımakta ve belirli bir süre içerisinde kasıtlı başka bir suç işlememesi hâlinde cezanın düşürüleceğini taahhüt etmektedir. Sanığın Devlete verdiği sözü tutmayıp denetim süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlemesi durumunda ise, kanun koyucu açıklanması geri bırakılan cezanın aynen açıklanması yaptırımını öngörmüştür. Dolayısıyla açıklanması geri bırakılan hükümde değişiklik yapılmak suretiyle sanığın daha fazla cezalandırılmasına karar verilmesi, bir nevi sözleşmeye aykırılık anlamına geleceği gibi kişilerin Devlete ve adalete olan güvenlerinin de sarsılmasına neden olacağı ortadadır. Diğer yandan, ilk hükümdeki hukuka aykırılıkların ileride aleyhe değiştirmeme yasağının konusu olma ihtimali de göz önüne alındığında, mahkeme tarafından uygulanması unutulan veya fark edilmeyen herhangi bir hususun ancak aleyhe başvuru olması hâlinde temyiz veya istinaf yoluyla giderilebileceği, özellikle sanık aleyhine olacak şekilde hükmün düzeltilemeyeceği veya değiştirilemeyeceği kabul edilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Yaşamsal tehlikeye yol açacak şekilde kasten yaralama suçundan sanık Y.K. hakkında, Yerel Mahkemece TCK’nın 86/1, 87/1-d, 29/1, 62/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca verilen 1 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin mahkûmiyet hükmünün CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca açıklanmasının geri bırakıldığı, sanığın denetim süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlemesi nedeniyle açıklanması geri bırakılan hüküm CMK’nın 231/11. maddesi uyarınca açıklanırken sanığın bu kez silahla yaşamsal tehlikeye neden olacak şekilde kasten yaralama suçundan TCK’nın 86/1, 86/3-e, 87/d-son, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verildiği olayda; CMK’nın 231/11. maddesindeki emredici hüküm uyarınca açıklanması geri bırakılan hükmün aynen açıklanması gerektiğinden, açıklanması geri bırakılan hükümde değişiklik yapılarak sanığın aleyhine olacak şekilde daha ağır bir cezanın belirlenmesine ilişkin Yerel Mahkeme hükmünde isabet bulunmamaktadır.

Öte yandan sanık hakkında haksız tahrik hükmü uygulanırken uygulama maddesinin; takdiri indirim hükmü uygulanırken indirim oranının gösterilmemesi de usul ve kanuna aykırıdır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne, Özel Dairenin düzeltilerek onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkemenin sanık Y.K. hakkında mağdur H.Y.’ye yönelik kasten yaralama suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün, CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca açıklanması geri bırakılan hükmün CMK’nın 231/11. maddesi uyarınca aynen açıklanması gerektiğinin gözetilmemesi ve haksız tahrik hükmüne ilişkin uygulama maddesi ile takdiri indirim hükmüne ilişkin indirim oranının belirtilmemesi isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.

Tapu İptal ve Tescil, Muris Muvazaası

YARGITAY
1.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2013/17158
KARAR NO: 2014/4081
KARAR TARİHİ: 24.02.2014

Murisin Sağlığında Yapmış Olduğu Paylaştırmaların Muvazaa Nedenli Tapu İptali ve Tescil Davalarına Etkisi

DAVA: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Sevil Kartal’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

KARAR: Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı, pay oranında tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, temlikin mirastan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak yapıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden; tarafların ortak miras bırakanı Ü. İ.’ın 20.01.2012 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak çocukları olan davanın tarafları ile dava dışı eşi A. ve çocukları D. ile Ş.’u bıraktığı, murisin maliki olduğu 20 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan 2 nolu bağımsız bölümü 12.10.2000 tarihinde kızı olan davalıya satış yolu ile temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf – vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve l.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de 4721 s. Türk Medeni Kanunun 706, 6098 s. Türk Borçlar Kanunun 237. (818 s. Borçlar Kanununun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Öte yandan, miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırma kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve haklar araştırılmalı, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgeler mercilerinden getirtilmeli, her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınmalı ve böylece yukarıda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.

Somut olaya gelince; davanın kabul edilmesi halinde mirasçı sıfatları nedeniyle çekişmeli taşınmazda hak sahibi olacak dava dışı kardeşler D. ile Ş.;… anne ve babanın sağlığında dört kardeş olarak mal varlıklarından yararlandıklarını, Ş.’a köydeki ev yerinin verildiğini, eskiden Ş.’un baba ile köyde minibüsçülük yaptıklarını, davacı A.’ye sanayide bir dükkan alındığını, D.’ye ev alındığını, anne F.’ya da bir ev verildiğini, davacıya alınan evin dışarıdan alındığını bildirmişler, bu beyanlar üçüncü kişi tanık Pakize tarafından da doğrulanmıştır.

Yukarıda belirlenen ilkeler ve somut gerçekler birlikte değerlendirildiğinde, murisin amacının mal kaçırma olmadığı, sağlığında tüm mirasçıları arasında denkleştirme amacıyla hareket ettiği anlaşılmaktadır.

Bu halde, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde kabul edilmesi doğru değildir.

SONUÇ: Davalının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi gereğince bozulmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.02.2014 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Taahhüdü İhlal Eş Rızası Olmadan Alınan Kefaletin Geçersizliği

YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2019/8745
KARAR NO:2019/11943
KARAR TARİHİ:03/07/2019

Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça,ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir

Borçlunun ödeme şartını ihlâl suçundan sanıklar … ve…’in, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi cezası ile cezalandırılmalarına dair … İcra Ceza Mahkemesinin 27/12/2018 tarihli ve 2018/134 esas, 2018/148 sayılı kararına yönelik itirazın reddine dair … Asliye Ceza Mahkemesinin
15/03/2019 tarihli ve 2019/20 değişik iş sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığının 23/05/2019 gün ve 94660652-105-45-6820-2019-Kyb sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 29/05/2019 gün ve KYB.2019-58272 sayılı ihbarnamesi ile Dairemize gönderilmekle
okundu.

Anılan ihbarnamede;

1- Benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 09/06/2016 tarihli ve 2016/3298 esas, 2016/19382 karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 583/1. maddesinde yer alan “Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır.” şeklindeki hüküm dikkate alındığında, sanıkların … İcra Müdürlüğü’nün 2018/296 takip sayılı dosyasındaki borcun tamamını üstlendiklerine dair 27/09/2017 tarihli dilekçelerin icra kefalet tutanağı olduğu değerlendirilerek yapılan incelemede, sanıkların imzaları haricinde borcu üstlendiklerine ilişkin kefalet tutanağında kendi el yazıları ile yazılmış herhangi bir ibarenin bulunmadığı,

2- Yine benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 01/06/2017 tarihli ve 2017/3271 esas, 2017/5188 karar sayılı ilâmında yer alan, “… İcra kefili olan sanık tarafından … tarihinde ödeme taahhüdünde bulunulduğu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 584/1. maddesinde yer alan “Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı
rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır.” şeklindeki düzenlemeye nazaran, dosya içerisinde mevcut nüfus kaydına göre taahhüt tarihinde evli olan sanığın eşinin kefalet işlemi öncesinde veya icra kefilliği sırasında rızasının alınıp alınmadığının belirtilmemesi nedeniyle geçerli bir kefalet işlemi dolayısıyla hukuken geçerli bir ödeme taahhüdü bulunmadığından, taahhüdün geçerli olmadığı anlaşılmakla, sanığın üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle itirazın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği” şeklindeki açıklamalara nazaran, dosya içerisinde mevcut nüfus kaydına göre taahhüt tarihinde evli olan sanık…’in eşinin kefalet işlemi öncesinde veya icra kefilliği sırasında rızasının alınıp alınmadığının belirtilmemesi karşısında, sanığın icra kefilliğinin ve icra kefalet sözleşmesine dayanılarak verilen
taahhüdün geçersiz olduğu, Gözetilmeden, sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerektiği cihetle, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde, isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309.maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü;

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, … Asliye Ceza Mahkemesinin 15/03/2019 tarihli ve 2019/20 değişik iş sayılı kararının CMK’nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA, sanık hakkında ödeme şartını ihlal eyleminden dolayı hükmolunan tazyik hapsinin kaldırılmasına; 03/07/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.